Kategori arşivi: Genel

AH GEÇMİŞ ZAMAN AH!

Eskiden, büyüklerden duyduğumda çok garipserdim “Eski günler daha iyiydi” sözünü. Şimdi ise gelen günler geçen günleri aratıyor diye kendi kendime hayıflanıp duruyorum. Bu yazıyı da bu hayıflanmaları sizlerle paylaşmak ve içimi dökmek için yazıyorum.

En başta saygı kavramı kalmadı toplumda. Toplumun çoğunda “hep ben” kavramı etkin. Ben olmazsam herşey biter, ben de olmazsa başka kimsede olmasın, ben hep odak noktası olmalıyım gibi bir ruh hali mevcut. Bireyler karşısındakinin sahip olduğu duruma, makama, yere, elde ettiklerine saygı duymak yerine bunların herbirini nasıl ettiği hakkında dedikodu yapmaktan kendilerini alamıyorlar. Elde edilenlerin, mutlaka uygun olmayan yollara elde edildiği gibi bir kanı hakim toplumda. Bu durum bile toplumun içinde bulunduğu durumu ve paranoyayı anlatmak için yeterli. Eskiden farklı mıydı sanki? diye düşünülebilir. Belki yine aynı düşüncelere sahip insanlar mutlaka vardı ama bugünkü kadar bir paranoya halini almamıştı.

Güven kalmadı hiçbir alanda. Eskiden evimizi, çocuğumuzu vb. birçok şeyimizi etrafımıza emanet edip gözümüz arkada kalmadan gidebilirdik istediğimiz yere. Anneler şöyle nasihat verirdi çocuklarına: “Oğlum ben evde yoksam şu teyzene git orada bei bekle. Başına birşey gelirse şu amcanı arayabilirsin…”. Ya şimdi çocuklarımıza neler söylüyor ve öğütlüyoruz. “Aman benden başkasına gitme, aman başkasının arabasına binme, biri sana yaklaşırsa şöyle davran…”. Evimizi emanet edip gidebileceğiniz insan bulmak çok zor. Komşuluk büyük şehirlerde hemen hemen kalmadı, küçük şehirlerde ise yok olmaya başladı. İleride “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözü bir tebessüm olarak hatırlanacak herhalde. Apartmanınızdaki kaç kişiyi tanıyorsunuz sorusuna verceğiniz cevap aslında herşeyi açıklıyor.

Eskiden eğitim vardı. Eğitim ve öğretim gören toplumda üst kademede yer alır diğer insanalara örnek olarak gösterilirdi. Öğretmene saygı vardı. Söyledikleri baştacı yapılır, karşıdan geldiğinde herkes kendine bir çeki düzen verirdi. Dolayısıyla öğretmenlerde de fedakarlık vardı. Şimdi geldiğimiz nokta ortada! Daha ileri gitmemiz gerekirken maalesef her geçen sene daha da geriye gidiyoruz.

Selam vardı, güleryüz vardı. İnsanlar şimdiki kadar çok imkana sahip olmasalar da, şimdiki kadar herşeye kolay ulaşamasalar da varolanla yetinirlerdi. Herkes en azından birbirine bir günaydını esirgemezdi. Birbirini görmezden gelmek için şekilden şekile girmezdi, köşe bucak saklanmazdı!

Yardımlaşma vardı. Muhtaç durumda olanlar daha çok gözetilirdi. Kırmadan dökmeden yardım etmesi bilinirdi. Şimdiki gibi ben yardım yapıyorum diye herkese gösterilmeye çalışılmazdı.

Yazacak o kadar çok şey var ki cümlelere sığmıyor. Şimdi herşeyden şikayet eden ama düzeltmek için kılını kıpırdatmayan bir toplum olduk. Herkes bir başkası yapsın diye bekliyor. İçinde bulunduğum ortamdan basit bir örnek vererek yorumu sizlere bırakmak istiyorum.

Her yıl milyonlarca gencimiz üniversiteleri kazanıyor ve çoğu ailesinden uzakta bir yaşama ilk defa başlıyor. Bir çoğunun ailesinin maddi durumu da maalesef çok iyi değil. Bu gençlerimizin bir kısmının hem ilk heyecan hem de maddi imkansızlıklar yüzünden yanlış yollara saptıklarını, psikolojik olarak zor durumda kaldıklarını görüyor ve duyuyoruz. Peki biz bunlar için ne yapıyoruz veya yapabiliriz hiç düşündük mü? Hemen şu sözleri duyar gibiyim. Devlet var o yardımcı olsun. Peki o yetersiz kalıyorsa ne oluyor. Çocukların bu durumundan faydalanan başka kişiler devreye giriyor ve gençleri etkisi altına alıyorlar. Sonra derseniz durum ortada. Ben ne yapabilirim diyebilirsiniz. Aslında herkesin mutlaka yapabileceği bir şey vardır. Yeter ki istesin ve yeter ki harekete geçsin. Örenğin çok değil herkes aylık 5 lira bir kenara koysa ve bir şekilde gerçekten muhtaç öğrencilere bu burs olarak aktarılsa. Kime güvenelim derseniz, etrafınızda mutlaka hala iyi niyetli ve güvenilir insanlar vardır.

Daha güzel bir Türkiye, daha düzgün bir toplum ve daha güzel yarınlar için haydi bir adım da sizler atın. Başka Türkiye yok!

Ecir Uğur KÜÇÜKSİLLE

Bir Söz

Bir gün geriye dönüp baktığında, yüreğinde bir sızı duymak istemiyorsan, sakın etraftan duyduklarına göre kişiler hakkında hüküm verme.

Ecir Uğur Küçüksille

Kodlama Dersi ve Düşündürdükleri

Uzun süredir kodlama dersinin müfredata alınacağı ve zorunlu olacağı ile ilgili haberler hem sosyal medyada hem de haber sitelerinde paylaşılmakta. Bu paylaşım ve haberler üzerine de pek çok yorumlar yapılmakta. Ben de birkaç cümle ile görüşlerimi paylaşmak istedim.

Dünyada bu konuda örnekler var ve ders verilmekte. Bu konuda beni rahatsız eden nokta ise şu. Bu dersi gerçekten çocuklarımıza faydalı olacağını düşündüğümüz için mi açıyoruz? Bu soru da nereden çıktı diyebilirsiniz. Paylaşımlara baktığımda, bu dersle ilgili iki konunun öne çıktığını görüyorum. Birincisi daha çok bilişim öğretmenine ihtiyaç duyulması konusu, ikincisi ise artık bilgisayar başına geçen her öğrencinin kodlama ile birşeyler yapmasının beklenmesi. Her ikisinin de popülist yaklaşımlar olduğunu düşünüyorum.

Kimsenin bu dersin getirileri, varsa götürüleri, müfredatın ne olacağı , bu eğitimin nasıl verileceği, zorunlu olmasının doğru olup olmadığı sorularına cevap verdiğini görmedim ve okumadım. Yani, bu dersin zorunlu olarak müfredata konulması durumunda çocuklarımızın kazancı ne olacak, nasıl yaparsak maksimum faydayı sağlarız konuları maalesef gündemimizde bile değil.

Bir başka konu da bu ders müfredatı kapsamında kullanılacak dil. Büyük ihtimalle karar verilecek dili birçok öğretmen bilmiyor olacak. Sadece verilecek kısa bir eğitimle bu giderilebilir mi? Bu konuda derse girecek öğretmenler nasıl belirlenecek? Hemen şu söylenebilir, Bilişim Öğretmenleri. Ama tüm bilişim öğretmenleri yazılımla ilgilenmiyor ki! Bilişim konusunda birçok alt alan var ve herkes yazılımla ilgilenmek zorunda değil. Gençlere iyi bir eğitim vermek için, yazılımı seven öğretmenler eğitim vermeli ki faydalı olsun.

Son olarak da bu ders zorunlu olmamalı. Sevenler bu derse katımalı yani seçmeli olmalı. Algoritmik düşünebilmek açısından, matematiği iyi olan gençlerin seçmesi sağlanmalı ki başarılı ve amaca ulaşan dersler verilebilsin.

Bunlara ekleyip yazılabilecek o kadar çok şey var ki yazıp sizleri sıkmak istemedim. Tabiki bunlar benim görüşlerim, katılıp katılmamak sizlere kalmış.

Ecir Uğur Küçüksille

BİR SÖZ

Hayaller peşinde koşarak tribünlere oynamaktan vazgeçip, gerçeklerle yüzleşmediğimiz sürece bir adım ileriye gitmemiz mümkün değil.

Ecir Uğur KÜÇÜKSİLLE

BİR EĞİTİMCİ GÖZÜYLE

Aşağıdaki satırları okumadan önce, yanlış anlaşılmalara neden olmamak için şunu özellikle belirtmek istiyorum. Okuyacağınız cümlelerin altında kesinlikle siyasi, bir gruba veya akıma tepki içeren düşünceler aramayın. Bu cümleler, 34 yıllık öğrenci ve 17 yıllık eğitimci olan Ecir Küçüksille’nin görüşlerini içermektedir.

Belki bu satırlarda yer alan düşünceleri daha önce duydunuz, belki siz de şikayetçisiniz. Bu kadar çok gündeme getirilmesine rağmen hiçbir değişiklik olmadığını gördükçe ben çok üzülüyorum ve yeni yetişen nesil için kaygılanıyorum.

Evet eğitimden ve eğitim sistemimizden bahsediyorum. Hani bütün ailelerin ümit bağladığı, çok şeyler beklediği ama çoğu zaman hayal kırıklığı yaşadığı veya yaşayacağı eğitim sistemimiz.

Sorun nerde derseniz öncelikle milli eğitimde ve öğretmen seçiş sistemimizde. Daha önce bir yazımda da belirtmiştim milli eğitimi kesinlikle siyasetten arındırmalıyız. Çünkü, her siyasi iktidar değişimi ile o zamana kadar yapılan herşey bir anda çöpe atılıyor ve yeniden birşeyler yapılmaya başlanıyor. Bu arada olan bu geçiş döneminde olan öğrencilerimize oluyor. Gerçekten milli ve iktidar değişikliklerine göre değişmeyen bir eğitim sistemi kurmadığımız sürece işimiz çok çok zor.

Öğretmen alımı konusu da maalesef çok da üzerinde ciddi durmadığınız konulardan. Ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz gençleri yetiştirecek kişileri seçerken doğru bir sistem belirleyemedik maalesef. Ben 1998 yılında mezun olduğumda eğitim fakültesi mezunu olmanız (o zaman formasyon olup olmadığını hatırlamıyorum) yeterli idi başvuru için. Başka bir sınava ihtiyaç yoktu. Sonra 2000 yılındaydı sanırım, benim hala eleştirdiğim ve kızdığım bir olay gerçekleşti. Bütün meslek gruplarından formasyon alanlara ilkokul öğretmeni olarak atanma şansı verildi. Düşünün, eğitimin temelinin atıldığı ilkokullara sadece formasyon yani eğitim ile ilgili ders almış bireyler atandı. Ben teknik eğitim fakültesi mezunu yani aynı eğitim derslerini almış biri olarak ilkokul öğrencilerinin seviyesine inerek eğitim verilebileceğine inanmıyorum. Peki şimdi durum ne, şimdi de kpss sınavı var ortada. Düşünsenize, siz fizik öğretmeni alacağınız bir kişiyi mesleki bilgisine göre değil; türkçe, tarih, coğrafya vb. bilgisine bakarak seçiyorsunuz. Sonra da eğitimden başarı bekliyorsunuz. Bir başka sorun da bence formasyon konusu. Bence öğretmenler sadece eğitim fakültesi mezunlarından seçilmeli. Yok durum böyle devam edecekse de eğitim fakülteleri kapatılmalı ! Siz başka amaçlarla yetiştirilmiş insanlara sadece eğitim dersleri vererek öğretmen olabilirsiniz diyorsunuz. Bu izni verdiğiniz fakültelerin bir çoğunun puanları da eğitim fakültelerinden çok düşük. O zaman eğitim fakültelerini kazanan insanlara yazık değil mi? Buna karşı eğitim fakülteleri mezunlarına öncelik tanınıyor diyorsanız, bu takdirde de formasyon alanların boşa ümitlendirilmesi doğru mu?

Daha yazacak ve söyleyecek çok şey var ama…..

Ecir Uğur KÜÇÜKSİLLE

“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır”

Bu söz ne kadar da uygun bugünlerde. Aslında, her türk vatandaşının bu sözü hatırlayıp, bir kez daha düşünmesi gerekiyor.

Söz konusu olanın vatan olduğunun idrakine vararak, kısır siyasi çekişmelerden vazgeçip, tek yumruk ve tek yürek olması gerekiyor. Koltuk kaygısıyla hareket edenlerin peşinden koşmayı bırakıp, gözlerini açması gerekiyor. Kimin dost kimin düşman olduğunu anlaması gerekiyor.

Ve en önemlisi bu dünyada bize bizden başka kimsenin dost olmayacağını, sadece dost gibi görünüp, içten içe yok etmeye çalışacağını anlaması gerekiyor.

Peki bütün bunları yapabilir miyiz? Yaparız yapmasına ama, şöyle bir etrafıma bakınca; Çoğu kimsenin bana dokunmayan yılan bin yaşasın modunda olduğunu, olan bitenin farkında olmadığını, olsa bile kafa yormadığını ve günü yaşadığını görmekteyim.

İnşallah ben yanılıyorumdur!

Ecir Uğur KÜÇÜKSİLLE

ÜNİVERSİTELER VE BUGÜNKÜ DURUMU

Bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda çok düşündüm. Yanlış anlaşılmalara sebep olur mu dedim? Ama bugün Serhan Aksoy’un paylaşımından sonra dayanamadım ve içimden geçenleri paylaşayım istedim.
Dün LYS yerleşitrme sonuçları açıklandı ve birçok gencimiz üniversitelere yerleşti. Hepsinde ve aillerinde büyük bir sevinç hakimdir herhalde. Bundan sonra yazacaklarım sadece kendi fikirlerim. Bugünkü durumu ve daha iyiye gitmesi için gerekenleri kendi görüşlerim doğrultusunda anlatmaya çalışacağım.
Geçmişten başlayarak günümüze gelmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Ben 1993 senesinde başladım üniversite sınav serüvenine başladım. O zamanlarda hem üniversite sayısı hem de buna bağlı olarak kontenjanlar bugünkü gibi çok değildi. Sınav ÖSS ve ÖYS olmak üzere 2 basamaklı idi. Tercihler ÖYS sınavına girmeden yapılır ve sınav sırasında teslim edilirdi. Yani sınav sonucunu görmeden kendinizce tercihlerde bulunurdunuz. Şartlar bu zamana göre daha zor ve üniversite okumak gerçekten değerliydi.
Son 10-15 yıl içerisinde ülkemizde çok sayıda üniversite açıldı. Bu üniversitelerde bölümler, bu bölümlerdeki kontenjanlar hiçbir planlama olmaksızın devamlı artırıldı. Bu artırma yapılırken yeterli hoca olup olmadığı, fiziki imkanlarının yeterli olup olmadığı, verilecek eğittim kalitesinin nasıl olacağı, bu bölümlerdeki mezunların iş alanlarının olup olmadığı vb. gibi birçok kriter pek de dikkate alınmadı. Amaç daha çok kişiyi üniversite mezunu yapmaktı. Peki gerçekten bu kadar çok üniversite mezununa ülkenin ihtiyacı var mıydı? Varsa, acaba gerçekten bir planlama yapılarak ihtiyaç olan bölümler mi açıldı? Bu üniversiteler açılırken mezunların iş olanakları düşünüldü mü? Bu soruların hepsi cevapsız. Ya da ben şimdiye kadar bir cevap göremedim.
Daha önce bir yazımda da belitmiştim. Bu ülkede her çeşit işte çalışacak insana ihtiyacımız var. Bunu da “Ağaç yaşken eğilir” atasözünden yola çıkarak, genç yaşta çocuklarımızın ilgi alanlarını belirleyerek, onaları bu ilgi alanlarına yönlendirerek ve bu konuda meslek sahibi yaparak başarabiliriz. İnsanları 22 yaşına geldikten sonra bir meslek sahibi yapmak neredeyse imkansız. Şu andaki sistemde de bunun sonuçlarını görüyoruz. Binlerce diplomalı işsizie sahibiz.
Bir başka sorunumuz gençlerimizi üniversitelerde istedikleri alanlara yerleştiremiyoruz. Geçen sene 1. sınıfataki öğrencilerimize “Kaç kişi bu bölüme isteyerek geldi ?” sorusunu yöneltmiştim. Bu soruya gelen cevap gerçekten dikkat edilecek kadar ilginçti. 80 kişilik sınıfta 3 ya da 4 kişi “Bilgisayar Mühendisliği” bölümüne isteyrek geldim cevabı vermişti. Bu da düşünülmesi gereken bir nokta. Peki bu öğrenciler nasıl bu bölüme gelmişti? Ya ailelerin baskısı ile ya da hiçbir yer olmazsa bari Bilgisayar Mühendisliği olsun düşüncesi bu durumun oluşmasında etkiliydi. Bunu bugün bölümdeki bir öğrencimizden duyduğum bir cümle de doğrular nitelikteydi. Öğrencilerimizden birinin neden bu bölümü seçtin sorusuna verdiği yanıt aynen şu olmuş.”Ben aslında Tarih istiyordum. Ama annem sen Bilgisayar Mühendisliği seç daha çok iş bulma imkanı bulursun dedi”. Bu durumdaki bir öğrenciden nasıl verim alırsınız?
Burada şu durum da dikkati çekmeli. Kontenjanlar çok fazla. Benim bölümüm 72 Normal 72 II. öğretim öğrencisi alıyor. Bu sayılara yatay geçiş, dikey geçiş ve yabancı uyruklu öğrenci sayıları dahil değil. Bu kadar öğrencinin olduğu bir sınıfta öğrencilere ne kadar iyi bir uygulamalı eğitim verilebilir, bunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Bu konuda acil olarak YÖK’ün önlem alması gerekiyor.
Bu kadar çok mezunun olduğu bir durumda bence artık öğrenciler üniversiteden mezun olduğunda ünvan almamalılar. Özerk yeterlilik kurumları açılmalı. Öğrenciler mezun olduklarında bu kurumlarda sınava alınmalılar ve eğer bu sınavlarda başarılı olurlarsa ilgili ünvan kendilerine verilmeli. Aksi durumda, şu anki durum sürdürülebilir görünmüyor maalesef.
Son olarak şunu da söylemeden geçmenin hata olacağını düşünüyorum. Şu andaki bakış açısıyla gidildiğinde birçok üniversitenin önümüzdeki 4-5 yıl içerisinde kontenjanlarını dolduramayacağını düşünüyorum. Çünkü, artık öğrenciler seçici olacak ve üniversitelerin imkanlarını ve eğitim kalitesini sorgulamaya başlayacak. Bu durumda üniversiteler artık piyasaya yönelmeli, şirketler ile beraber projeler geliştirmeli, şirketlerin onlara gelmesini beklemeden onlar şirketlere gitmeli, şirketleri bünyesindeki teknokentlere çekmek için onlara fırsatlar sunmalıdır.
Ecir Uğur Küçüksille

İnsanoğlu!

İnsanoğlu ne kadar ilginçtir! Küçükken büyümek, büyüdüğünde küçülmek ister. Sanır ki, büyüdüğünde herşey toz pembe olacak. Herşeyin farkına vardığında, çok geçtir geri dönmek için. Anlar ki , büyüdükçe düşünceler büyür, hayaller büyür, stresler büyür, sorumluklar büyür, dertler büyür…